Mümtaz Bey



Ilık bir Eylül sabahıydı. Güneş yavaş yavaş yüzünü göstermeye başlıyordu. Maviyle kızıllığın birleştiği gökyüzü bugünün sıcak bir gün olacağının habercisiydi. Ama ılıktan insanların tenini okşayan bir rüzgar vardı. Sokakta iş telaşına düşmüş insanların tenine hafifçe vuruyor ve rüzgarın etkisiyle saçları yüzlerine çarpıp, dolaşıyordu. Tahtadan çerçeveli penceresi bir türlü kapanmadığı için ufak bir kağıt parçasıyla pencereyi iyice sıkıştırmıştı Mümtaz. Lakin rüzgarın etkisiyle kağıt eskimiş parkeye düşmüştü bile. Fakat Mümtaz bunu bile umursamıyordu. Daha büyük düşünülecek şeyleri vardı. Sabah yüzüne güneş ışığı vuracak ve köşe başındaki Salim’in bakkaliyesine gidecekti. Her zamanki gibi 1 ekmek bir de gazetesini alıp evine dönecekti. Neriman Hanım’ın yıllar önce doğum gününde aldığı artık astarının söküldüğü siyah ceketini giyip bir an önce evden çıkmalıydı. Gıcırdayan merdivenlerden yavaşça kapıya yöneldi ve o çok sevdiği mahallesinde yürümeye başladı. Hemen karşı evde oturan Ümran Hanım tiz sesiyle Mümtaza seslendi:
-Bana da 1 ekmek alıver Mümtaz.
Mümtaz başını onaylar biçimde eğdi ve yoluna devam etti. Konuşmaya iştahı yoktu hiç Mümtaz’ın. Kimseye görünmeden ekmekle gazetesini alıp evine gitmek istiyordu. İyiden iyiye rüzgarı yüzünde hissetmeye başlamıştı zaten. Bakkalın kapısından güçlükle içeri attı adımını. Salim’e yıllardır içtiği sigara yüzünden hırıldayan sesiyle: Selamün aleyküm dedi.
-Aleyküm selam. Ekmeğin, gazeten hazır. Buyur.
Mümtaz poşetin içinden gazeteyi çıkardı ve bunun yerine 1 ekmek istediğini söyledi. Parası yoktu çünkü. Ayrıca Ümran Hanım da 1 ekmek istemişti Mümtaz’dan. Birde borç olarak kek istedi utana sıkıla. Salim, hemen poşete birde kek koydu. Mümtaz yine yavaşça yola koyuldu. Kek almanın mutluluğunu ama borç olduğu içinde utancını yaşıyordu. Bir an önce eve gitmek istiyordu. Yorgun ayakları izin verse koşup bir çırpıda eve gidecekti. Komşuları kendisine seslenip duruyordu ama hiç kulak asmadan doğruca Ümran Hanım’a ekmeğini bıraktı. Kırmızı kurdele bağladığı anahtarını cebinden hızlıca çıkardı ve merdivenlerden yukarı doğru çıkmaya başladı. Aldığı keki ve ekmeği bir ayağı oynayan masaya bıraktı ve buzdolabına doğru yöneldi. Konu komşunun getirdiği kahvaltılıklarını özenle sofraya dizdi ve Neriman’ın en sevdiği keki masanın tam ortasına yerleştirdi. Tahta sandalyesine oturdu ve beklemeye başladı. Saat hızla ilerlemeye başlamıştı. Çocukluğundan kalma saatinin sesi odayı inletiyordu bir de hırıldayan nefesi. Acıkmıştı ama yemeyecekti. Neriman gelmemişti çünkü henüz. Bekledi, bekledi ve bekledi… Saatin sesi artık onu huzursuzlaştırıyordu. Kırışmış ellerini kafasına koydu ve başını çaresizce aşağıya doğru eğdi. Gözünden aşağı doğru akan yaş, parkeye düşmüştü. Birer birer daha çok vuruyordu parkeye gözyaşları. Saatler ilerledikçe daha çok ağlıyordu Mümtaz. Bugün Neriman’ın doğum günüydü. Bugün Neriman orada Mümtaz’a sarılmış olmalıydı. Ama olmadı. Tam 11 senedir de olmadığı gibi… Mümtaz artık hıçkırarak ağlamaya başlamıştı. Çok özlemişti Neriman’ını. Çok özlemişti onun dantelli yemenisinin altından çıkan kıvırcık saçlarını. Özlemişti kokusunu, her şeyini. Ama gelmeyecekti Neriman. Mümtaz bunu 11 yıldır biliyordu ama hiç pes etmedi onu beklemekten, onu özlemekten. Yavaşça doğruldu sandalyeden. Neriman’ın en son yattığı koltuğa doğru uzandı. Kokusunun sinmiş olduğu yastığı son nefesiyle içine çekerek Neriman’ıyla uykuya daldı…

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

BMW REKLAM FİLMİ METNİ

CANIM ÜLKEM (!)